25 Eylül 2008 Perşembe

iki pi re

'I fell in love with football as I was later to fall in love with women: suddenly, inexplicably, uncritically, giving no thought to the pain or disruption it would bring with it'



Bir Napoli sözü dermiş ki, hayatında çok fazla futbol ve çok fazla kadın olan adam kötü yoldadır. Ayak topu konusundaki ezeli husumetim, dünyanın öküzün boynuzu üzerindeki bir tepside değil de, zaman zaman bir meşin yuvarlağın üzerinde endam arzettiğini düşünecek derecelere varsa da hayatımdaki kadınların sayısı hakkında aynı şeyi söylemem biraz güç. O az sayıdaki kadınlardan birinin de dün doğum günüydü, unutmuşum. iyi ki doğdun anne.

we got a winner

Merhaba... Ben Kenan Işık... Üniversiteli olmak ister misiniz?... 2009 yılında aday sayısı azalıyor. Bu fırsatı kaçırmamak sizin elinizde. 25 yıllık deneyim ve 40 ayrı şubesiyle fem dershaneleri bu yarışta sizin yanınızda. 16 kişilik özel sınıfları, bire bir rehberlik servisi, uzman eğitim kadrosu.....


ilerde cv'mi de bu ekibe yazdırmayı düşünüyorum. eğitim kariyerimin sırasıyla hangi aşamalardan geçtiği, hangi okulları hangi dereceyle bitirdiğim hakkında bilgi sahibi olan bu eşsiz istihbarat servisine selam ve hayranlık gönderiyorum. evet biri bizi gözetliyor.

23 Eylül 2008 Salı

uyur yazar

şu ikinci öğretim kıvamı hayattan bir an önce kurtulmam gerek uyumam gerekip de zerre uykumun olmadığı zamanlarda genelde iki şey yaparım: birincisi, yatma halinde iken tek gözümü kapalı tutarım, diğerinin de kapağını kapatıp açıp sellektör yaparım, bir süre sonra ağırlaşıp hiç açılmaz duruma gelir, aynı işlemi itinayla diğerine de uygularım, ikinci aşamadaysa düşünmemeye çalışırım, düşünmemeyi düşünmek, düşünmemeyi düşünmeyi düşünmek, iç içe üçgenlerin çevrelerinin toplamını bulmak, evet geometrik seri, a1 bölü bir eksi r, limit sonsuz, evlilik sonlu, eylül ayının ev bozma ayı olmasının istatistiksel üstünlüğü, zaten eylül mevsimlerin huzursuz pazar akşamı, o kadar kavganız, ama ben yakaladım o miniminnacık ayrılık hüznü saklanmış oralara bir yerlere, zaten aynı evde bir insan evladı değil, bir boş uç kutusu, bir sabahı görememiş mp3pileyır kulaklığı bile yeter ve artmaz hidrojen bağı oluşması için, geri dönüştürülmez o dünyanın en kirli not defteri, ah anneler, sana göre düzen her bir şeyin çekmecesinde, boy sırasıyla dizilmesi, bana göre düzen elimi yukarı atınca hemen kavuştuğum ters dönüşüm formülleri, kirli sakalın üç numara asker traşı karşısındaki serin duruşu, miladi takvimde gizli bu serinliklerin sebebi, gece ve gündüzün eşitliğini kutluyor ramazan davulcusu, o yüzden bir solgun, zevksiz çalıyorsun anlıyorum, ama hangi arada sahur yapıyorsun anlamıyorum, bir tek sen kan ağlamıyorsun ramazan ramazan, bir tek ben dinliyorum seni müziğin sesini kapataraktan, bak ne güzel tam uyak da oldu, ne de güzel oldu, böyle sonsuz bir cümle sessiz ev'de vardı en son, kendinden ve inandıklarından taviz verir gibiydi o ingilizce hocası, pamuk'un yazarlığına hayranlığını dile dökerken, kendi iç savaşında direnmiş ama yenilgiyi kabul etmek zorunda kalmıştı, bu adam iyi yazardı, neydi "nurten go starbucks", tahtada bunu görünce ne düşündün, yalnızlığının yüzüne vurulması mıydı yoksa çocuk muzipliği miydi yaş on dokuz, her gün farklı renkli şeyler girip alter-emo gençliğe selam etmen, of sevemedik seni madamım, sana değil içinde bulunduğun kuruma küstük zaten biz, ama mesela severim ilkokul öğretmenimi, necla öğretmenimi, eyvah küçük yazdım, cezası hapis, kelime yarıda kaldığında heceyi düzgün bölemeyenler de hapsi boyluyordu, sonra sekseniki anayasasında öyle bir şey yazmadığını öğrendik de rahatladık, özgürlüğü düşünmek gibi gereksiz şeylerdi suç olan, malum benim düşünmemeyi düşünmem gerekiyordu zaten,

iyi geceler

17 Eylül 2008 Çarşamba

integralimi al abi #1

'in cevabını bulana veya getirene 100 bin lira vereceğim...

evir çevir

Onu bunu anladık da evrimcilerin sitesini niye kapatırsınız bre insancıklar. Bu kadar mı zor işte hepiniz proteinsiniz, hepiniz koaservatsınız. İşte deney, işte gözlem, nedir doğanın içinde bu kadar geniş yer etme isteği, o kadar mı önemli hissediyorsunuz kendinizi? Ben hissetmiyorum. Kişilik haklarına saygısızlıkmış kapatmanın nedeni. Öyleyse devam edelim, kişilik haklarınız yok sizin bence. Tanımıyorum. Hepiniz gözümde amonyaksınız, metansınız, hidrojensiniz, su buharısınız, üflesem uçarsınız. Mesela benim görüşüme göre de okyanus kıyılarındaki köknar ağaçlarından kaz, kirli insan gömleği ile buğday tanelerini bir araya getirince fare, suyun derinliklerindeki çürümüş ağaç kütüklerinden de timsah oluşur. Beni de arada leylekler bırakmıştır.

Sanırım kapatılmak için yeterli sebebim oluşmuştur. Ha bir de Atatürk'ün gözünün üstünde kaşı vardır, unutmadan söyleyeyim tam olsun. Galapagos adalarından sevgiler.

16 Eylül 2008 Salı

Summer '78

O filmi izleyip de canı spreewald turşusu çekmeyen var mıdır acaba?Market raflarında mocca fix gold aramayan? Moca dedikleri bu starbucksta bulunan içecekle alakalı mıdır acaba? Hani peçeteleri hollandadan gelen. Bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz. Aydınlık batıdan yağan alman markları. Güneş batıya geçtikten kısa bir süre sonra batmaz mı? Kutupları ayıran iki tuğla parçası maddi dünyanın medeni tomarlarına dayanamayacak kadar güçsüzmüş ki ancak hayaletler duvardan geçebilir. Bazılarının hayaleti olabilirdi rüyayı uyandıramayan. Marks'ın mirasına en büyük kötülüğü yapanlar yine kendisini tanrılaştıran yoldaşları. Tank, tüfek, şiddet, sürgün, baskı, korku, stasi, dinsizlik, stalin'in bıyığı, engels'in sakalı, moskova'nın soğuğu, gibi bu sevimli, yeşil, doğa dostu sayfama tezat oluşturan kavramlar komünizm denince ilk akla gelenlerse sosyalizm bir duvarın arkasında yaşamak değil, sosyalizm başkalarına ulaşmak ve onlarla yaşamak demektir diyen Sigmund Jahn mi çok yalnız, kariyer için mücadele etmeyi hayat felsefesi haline getirmiş, hırslı, okumuş, eğitimli köleler mi çok fazla? Fezaya fırlatılan sputnike el sallamak, insan öldürdüğü için değil, uzaya çıktığı için bir adamla gururlanmak, son model arabalarla son sürat hız yapmanın sonsuz tatminin sona yaklaştırması... Malum, geç gelmiş olan, hayat tarafından cezalandırılır der birileri... Bir dostun dediği gibi, caddedeki tüm dükkanları kapatıp sümerbanklar açasım var, hepsini tek tip giydiresim var. Entellektüel adı altında solculuk oynayan mizah düşkünü tatlı su ezber bozucularını.


evimiz sadece kasabalar...
ve köyler değil
evimiz aynı zamanda ormandaki tüm ağaçlar
evimiz...
çayırdaki çimenler, tarladaki mısırlar
ve havadaki kuşlar, topraktaki hayvanlar...
ve nehirdeki balıklar evimiz...
ve seviyoruz...

i'm feeling blue

Lüksemburg'un İsviçre'yi yenmesi kadar büyük bir mucize olabilir mi? Vettel ve Toro-Rosso pole başlayıp, yarış kazanırsa evet. Toro-Rosso kadar kötü olmak bir deyim değil miydi sanki?

.
.

Bir de şu programa bir iki laf; kutusunda beşyüzbin olan yarışmacı, yarışmayı filan unutsun. Kurada adı çıkmıyor. Kura derken de parantez açmak gerek tabi, koyun bakayım oraya bir torba da oradan seçelim kendimizi, bilgisayarla kolay tabi istediğini atamak değil mi hamdi bey? Çözdüm sırrını acun! Mavi hissediyorum.

12 Eylül 2008 Cuma

with tired eyes, tired minds, tired souls, we slept

açtım televizyonu. bir kadın, başında ampul sarısı renkte türban veya başörtüsü veya her neyse. elit islamik cenahın temsilcisi rolüyle arzı endan ettiği program. türbanın günlük hayatımızdaki yeri ve önemi tartışılacak muhakkak ki. karşı köşede haksızlığa-eşitsizliğe karşı ses çıkarmayı düstur edinmiş, soru soran, sorgulayan, laik cumhuriyetimizin aydınlık, batılı, izmir orijinli karda açan çiçeği Ecetem! gözler, sonunda düşünen bir türbanlıyı düşündürtebileceğim umuduyla parlıyor. beklendiği gibi maça atak başlıyor ekranın sol lobu. kadın olma ortak paydasında kapıyı aralayabileceğini düşünürken kapalılar açıklara nasıl bakar sorusuyla paydayı asal çarpanlarına ayırıyor. resme uzaktan daha geniş bakmak için çekilirken bu sefer kadınlıktan gazeteciliğe terfi ediveriyor. karşı taraf ağladı ağlayacak. bir tarafta "e iyi de öyle de olmaz ki be ec'anım" bakışı ve ona karşılık "nasıl olur inanamıyorum" bakışı. dayatılmış cinsiyet rollerini baştan kabullenip yaşamını bu kabullenmişlik üzerine inşa etmesi daha bir gaza getiriyor belli ki; sorularının sivriliği törpüleniyor rahatsızlığı artırmak için. bakın burada daha maskülen olan "bileniyor"u kullanmadım, eminim ki mevcut cinsiyetimle onun hakkında konuşabilme hakkına sahip olmam bile bir ayrıcalık olarak görülüyordur tarafından. tıpkı onun kapalıları hayata döndürme operasyonu liderliğine bir açık olarak soyunmasını görmesi gibi. belli ki kendi iç savaşında önce diğer tarafı kaybedilmiş olarak addetmiş ama daha sonra erkeklerin kadınlar hakkında söz sahibi olmasını yedirememiş, tersinin olmadığı bir ortamda. ben de yediremiyorum. kendi özgürlüğüne müdahale edilmesinden rahatsız olup, kız arkadaşından her gün nerede, ne zaman, kimle olduğuna dair kitap incelemesivari raporlar alan erkekleri anlayamıyorum. güvensizliktendir herhalde. ama karşı tarafa değil, kendine. kendini buna borçlu hisseden kadınları da anlayamıyorum. bu coğrafya insanına acı çekmenin bu kadar cazip görünmesi, anadolu yemeklerindeki vazgeçilmez acının anlam ve önemiyle ilişkili midir acaba? bir tarafta bu ülkede tacize uğramayan yoktur diyen bir kadın, diğer tarafta, bir ölü hücre olan saç telinin görünmemesi için bağlanan bezin kaç çeşit değişik bağlanma biçimi olduğunu anlatan bir diğeri. ben bu kadınları da anlayamıyorum zaten. en son ali kırca gitse de rahat rahat konuşsak havasındalardı. o ara ben gitmişim zaten kendi alemime

gözümü açtığımda bir de baktım takvim değişmiş, dokuzuncu ayın on ikinci günü gelivermiş. kanla çizilmiş portre, gıdası sessizlikle beslenmiş, ağıtlarımız, canlarımız, onurumuz satılmış, asılanlar asılmış, beslenenler beslenmiş, beslenemeyenler madenlerde, tersanelerde, fabrikalarda borcunu ödemiş. malum, yaşamak ciddi bir ayrıcalık, yer yer lükstür netekim. göğüs kafesi sızlı aralık, nasıl yaşıyor bu ülke diye sormuş ecetem bugünkü yazısında. cevabı kendisi vermiş aslında. veysel güneylerle, erol zavarlarla, mehmet ballarla, uğur kaymazlarla, erdal erenlerle, hrant dinklerle besleniyor da yaşıyor. proteinini de aminoasitini de kandan, kaostan alan bir ülke işte bu ülke. günün sorusunu ben sorayım, boşlukları siz doldurun. fill in the blanks:

39... 43... 73... 144... 171... 300... 517... 937... 7000... 14000... 30000... 98404... 230000... 388000... 650000... 1683000

11 Eylül 2008 Perşembe

wirelessless


O değil de Servet kazandı ben kazanamadım şu üniversiteyi. Sanırım çok değil sistemli çalışmış olsa gerek. Artık "kesik koni dershanesiyle işinizi şansa bırakmayın" tarzı reklamlarda görmeyi bekliyoruz kendisini. 2008 sahiden fırsatlar yılı mıdır nedir? Sınav sabahı ne yemiş acaba?
.
.
İnternetsiz hayat sağlam diş gibiymiş, çekilmezmiş gerçekten de. İleride kuracağım ülkede internet sosyal hizmet statüsünde olacak, halkım ücretsiz kullanabilecek, işçilerime üç ayda bir kota ikramiyesi verilecek. Nokta.
.
.
on eylül ikibinsekiz yengenle papaz olduğumuz tarih, olaylı bir gün, günlüğüne not düş dedi aytaç abim. aytaç abim benim bir günlüğüm olduğunu nerden biliyor ki?

8 Eylül 2008 Pazartesi

Game Over



Olacak iş mi şimdi bu? Böyle mi olacaktı? Çuvaldaki incirleri berbat etmekte üzerine yok çok sevdiğim takımım Ferrari'nin. 2008 yazı milli takımımız için dosta güven, düşmana korku verir zaferlerle dolu iken aynı şeyin diğer kırmızılar için geçerli olmadığı kesin. Az önce televizyonda bugünkü trajedinin tekrarını izledim de yazamadan edemedim. Bir değil, iki değil, üç değil, dnasına işledi bunların biz sevenlerine karın ağrısı yapmak. Yağmuru görünce kendilerini tenis sporcusu sanıyorlar adeta. Hemen iş yavaşlatma eylemine gidiyorlar.


Oysa ne de güzel başlamıştı her şey. Malezya, Bahreyn, İspanya, Türkiye derken artık Felipe mi alır Kimi mi bahislerine kadar varmıştı ukalalığımız. Jean Todt'un purosuna yakılan ateş olmuştuk adeta. Ama doğaldır ki gün gelir ve puro da biter, kül olur. Ne olduysa yağmurlu Monako'dan sonra oldu. Kimi, zavallı Sutil'in arka kanatlarına zeval verince artık nasıl bir beddua ile kulakları çınlatıldıysa önce Kanada'da Hamilton Genç Sutil'in kanını yerde bırakmayarak tokuşturdu arabayı. Fransa'dan sonra İngiltere su balesi yarışında bizim iki takımdaşın attığı toplam spin sayısı avagadro sayısını bile kıskandıracak seviyedeydi nerdeyse. Almanya'da 6. başlayıp 6. bitiren Raikkonen muhtemelen 17. başlayıp 2. bitiren Piquet'yi seyre koyulmuş olmalıydı. Sıkıcılığıyla tanınan Macaristan -nam-ı diğer hungaroboring- adına yakışır seyir etmekteydi ki olaya atraksiyon katmak lider pilotumuz Massa'ya düştü. Sadece 3 tur daha dayanamadı motor damalı bayrağı görmeye. Giden 10 puandı gözyaşlarının yeni adı. Valencia'da Massa kazansa da motor patlatmak salgın bir hastalık olduğundan gayri bu sefer nöbet Kimideydi, görevini başarıyla yerine getirdi.
Tarihler 7 eylülü gösterdiğindeyse Formula 1 tarihinin en unutulmaz anlarına tanıklık etmek üzere Belçika'daydı kameralar. Hamilton başladı Kimi geçti, bir banyo yapma süresi kadar önde seyretti. Artık tribünde onbinler, ekranları başında milyarlar aylar sonra gelen bu zaferi kutluyordu. Acar spikerimiz serhan acar da o anda şom ağzını acar. Önce 2000 yılındaki Hakkinen'in schumiyi ricardo zonta takviyeli geçişine telmih eder, ama rahatsız etmez. Yağmur yağarsa kıyamet kopar der, hadi ordan denir. Ama vardır bir bildiği. Bu coğrafyaya pek uğramayan yağmur davetsiz misafir oluverir. Hamilton geçer, sonra Kimi geri alır, sonra Hamilton geçer , sonra Kimi geri alır, sonra ikisi de pist dışına kol kola çıkarlar, sonra geri gelirler, senkronize spin atarlar, Kimi bu işi sevmiştir, bi spin de bis yapar, derken gözünü açtığında önünde beyaz duvarı bulur. Önce Finlandiya'nın karlı kışlarını hatırlatmıştır o beyaz. Sonra da nihayete ermek üzere olan bir filmi...
Ah Schumi, bak görüyor musun ne hale getirdiler mirasını. Kemiklerin sızlıyor, için ürperiyordur görünce böyle çoluk çocuğun maskarası olmuş senin kırmızılar. Senin zamanında böyle miydi Schumi? Çok mu zaman oldu 9 yarış üstüste kazandığın günlerden. Senin baştan şampiyon ilan edilip tüm planların ikincilik elde etmek üzerine kurulduğu yarışlar çok mu eski? Şampiyonluğu alışkanlık haline getiren, değersizleştiren adamsın sen. Yıllarca Alman milli marşıyla İtalyan marşını bir sanmama sebep olansın. Sürekli kazanmandan puan sistemini değiştirttiğin adamlar var hala başta Schumi. Ah Schumi ah, sen kalk da ben yatam. Ben senle bu kırmızıyı seçtim, sensiz buraların hiç mi hiç tadı yok dostum. Artık kırmızılar daha bir pembe, gökyüzü artık mclaren grisi...
biterken fonda "rain rain go away, come again another day" çalıyordu. "en büyük taraftar yarışçılar sahtekar" diye bağıran bir grup tifosi ise olay çıkarmadan dağıldı.
.
.
uyku açtıran edit: az önce elimize ulaşan bir son dakika haberine göre hamilton'ın raikkonen'i ilk geçisi sırasında kural dışı bir şekilde şikanın üstünden atlayarak avantaj elde etmesi söz konusuymuş. bu sebepten hamilton'a 25 saniye ceza verilmiş. sıralama yenilenmiş. yeni kral massa, hamilton üçüncü. e iyi de hamilton hatasını yarışta telafi edip yerini iade etmişti ki. herhalde kontağı kapatmasını bekliyorlardı. kim memnun şimdi bu birincilikten? kupaları da değişirler mi acaba ilk üç? sevgili fia, oldu mu şimdi böyle kuzum?

5 Eylül 2008 Cuma

Telgrafın Telleri

-alov
+alo
-ee..merhaba bu sabah bu numarayı aramışsınız da açamadım...(?)
+...
-...
+ben öncelikle hayırlı ramazanlar diliyorum
-ben de.
+...
-...
+acaba tanışabilir miyiz diye aramıştım, sıkılıyorum da.
-ama ben sıkılmıyorum
+anlamadım?
-ben anladım, bay bay.

Ne kadar negatif (-) bir insanım. Aslında bunda cep telefonuyla ezelden beridir aramda sağlıklı bir ilişki tesis edilememesinin de payı olabilir pekala. "Telefonunuz bağlanacaktır, ancak en yakın zamanda yeni kontör yüklemeniz gerekmektedir"ci kadın kadar az seviyorum, telefonla konuşmayı çok sevenleri. Mümkün olsa postaneye gidip telgraf çekmek veya güvercin ayağına not bağlamak, hatta denize şişe atmak hatta msnden titreşim atmak bile daha güvenli yollar olabilirdi benim için. Ama şöyle de bir şey var ki, bir insan hiç tanımadığı, kafasından rastgele çevirdiği bir numarayı (evet numara çevirmek, hala o zamandayım :) ) arayıp böyle moronlarla karşılaşıp azar yeme tehditini bile göze alacak sıkıcılıkta bir hayata sahipse onu o sıkıcılıklarıyla baş başa bırakmak ne derece doğru bir hareket olabilir ki? Telefonu yüzüne kapatıp ben meşgul bir adamım mesajı vermek ne tür bir hava olabilir ki? Bütün insanlığa potansiyel suçlu, tanımıyorsam kötüdür gözlüğünü çıkarıp bakmayı ne zaman akıl edebileceğim? Sanki çok mu insan tanıyorum? Sevgili sapık, ara beni bir daha veya bir telgraf çek, sana bir özür borçluyum. Hatta dilersen bi yerde bişeyler içebiliriz, ne dersin? Ben sıkıntıdan izdivaç izleyen biriyim yoksa.

3 Eylül 2008 Çarşamba

bir sonraki post

3 resim (peki)
öğr. nüfus cüz. fotokopisi (evet tc vatandaşıyım)
veli nüfüs cüz. fotokopisi (kasa nerde?)
diploma fotokopisi (atıl genç)
sabıka kaydı (tinerciyim, yandık!)

ndan oluşan sipariş listesini elime geçirdim çok şükür, lakin bu belirsizlik beni öldürecek. Bir an önce şu dershane başlasa da ders çalışsam cümlesini kurabileceğim bir ben, yolunda gitmeyen bir şeylerin tellalı olmalı. Aslında pek de şikayet ettiğim bir mevzu değil. Sonuçta bir öğrencinin ders çalışmaktan başka ne gibi bir işi olabilir ki? euroleague maçı izlemek, akordeon çalmak istemek, zenciler gibi fransızca konuşmak istemek, sæglópur klibindeki gibi fiyorttan aşağı atlamayı düşlemek, sıtma parazitinin üreme yollarını öğrenmek yerine öğrenmenin gerekliliğini sorgulamak yasak elmalara örnek teşkil edebilir gayet. cezası: 1 yıl ders çalışmak. kabul. bir türlü yükselmeyen puanlar, ders çalışmamak adına üretilen inanılmaz bahaneler, msn iletisine "252 soruu pfff. :-o" yazan dostlar, bu dostların evrim geçirerek merhaba'dan önce "kaç yaptın" diyen at yarışı analizcilerilerine dönüşmeleri foreshadowing sanatına güzel örnekler olarak yer etmiş, benim de türkiye 4860.sı olma hayallerime çomak sokmuş devamında da en büyükannesinden kaderci bir insan olmamın da kapılarını açmıştır. Hepsi ayarlanmıştı! Tüm bu yaşananlar, o anadolu lisesi görünümlü açıköğretim lisesinden kurtulmam ve eşit ağırlıktan sınava girip türkiye 1.si olmam üzerine kurulmuş eşsiz bir düzendi! Geçen yılı össnin şifresini çözmek üzere geçirdim. Önemli olan o optik cevap kağıdına güzel motifler karalamakmış, gerisi hikayeymiş. Ey yoldaşlar, bugün itibarı ile söz konusu eğlenceye 9 aydan fazla zaman varmış gibi görünüyor. Ayrıca ben bir sır vereyim; sınav sorularını da biliyorum. İki matematik kitabı, bir edebiyat, birkaç fen. Bana quantum elektrodinamiği sormadıkları sürece, yıllardır kendini tekrar eden sorulardan sordukları sürece 180 soru için 9 ay ciddi uzun bir süre. Evet, bu yıl çok eğleneceğiz! Fiilen ve hukuken geçireceğim en yalnız yıl olma özelliği belki de arayıp da bulamadığım bir ikramdı. Yolculuğuma eşlik etmek isteyen olur mu bilmem ama ben hep burada olacağım. Başka şubemiz yoktur. Ah, bir de size sesleniyorum sevgili reklamverenler, gelin beni bir görün, temmuz ayında burası ziyaretçi kaynayınca "eskiden buralar dutluktu" deme ayrıcalığından mahrum kalmayın! Esen kalın.

2 Eylül 2008 Salı

Début

Merhaba. Müthiş bir yaratıcılıkla kendi kendime ürettiğim bahanelerimin tükendiğini farketmem, sanırım başlamak için güzel bir gün olduğuna işaret. Hem gece. Gecelerin gündüzlere nazaran hataları gizleme konusundaki tartışmasız üstünlüğü, ay dedenin yumuşak gülümsemesinde vücut bulmuyor mu? Bilmem. Her neyse. Önemli olan başlamaktı; zaten bir kompozisyonun da en zor bölümü de giriş bölümüdür. En ücra hücrelerimin bile zarlarını delerek sitoplazmada hükümranlığını çoktan ilan eden üşenme, boşverme, miskin olma halinden yakayı kurtardığım her fırsatta buraya yazmaya çalışacağım. Kim mi okur? Açıkçası hiçbir fikrim yok ama bir hayalim var. Yukarıdaki başlık anlatıyor: Tüm Türkiye okuyacak! Ne mi okur? Onu da bir sonraki postumuzda belirtelim.