12 Eylül 2008 Cuma

with tired eyes, tired minds, tired souls, we slept

açtım televizyonu. bir kadın, başında ampul sarısı renkte türban veya başörtüsü veya her neyse. elit islamik cenahın temsilcisi rolüyle arzı endan ettiği program. türbanın günlük hayatımızdaki yeri ve önemi tartışılacak muhakkak ki. karşı köşede haksızlığa-eşitsizliğe karşı ses çıkarmayı düstur edinmiş, soru soran, sorgulayan, laik cumhuriyetimizin aydınlık, batılı, izmir orijinli karda açan çiçeği Ecetem! gözler, sonunda düşünen bir türbanlıyı düşündürtebileceğim umuduyla parlıyor. beklendiği gibi maça atak başlıyor ekranın sol lobu. kadın olma ortak paydasında kapıyı aralayabileceğini düşünürken kapalılar açıklara nasıl bakar sorusuyla paydayı asal çarpanlarına ayırıyor. resme uzaktan daha geniş bakmak için çekilirken bu sefer kadınlıktan gazeteciliğe terfi ediveriyor. karşı taraf ağladı ağlayacak. bir tarafta "e iyi de öyle de olmaz ki be ec'anım" bakışı ve ona karşılık "nasıl olur inanamıyorum" bakışı. dayatılmış cinsiyet rollerini baştan kabullenip yaşamını bu kabullenmişlik üzerine inşa etmesi daha bir gaza getiriyor belli ki; sorularının sivriliği törpüleniyor rahatsızlığı artırmak için. bakın burada daha maskülen olan "bileniyor"u kullanmadım, eminim ki mevcut cinsiyetimle onun hakkında konuşabilme hakkına sahip olmam bile bir ayrıcalık olarak görülüyordur tarafından. tıpkı onun kapalıları hayata döndürme operasyonu liderliğine bir açık olarak soyunmasını görmesi gibi. belli ki kendi iç savaşında önce diğer tarafı kaybedilmiş olarak addetmiş ama daha sonra erkeklerin kadınlar hakkında söz sahibi olmasını yedirememiş, tersinin olmadığı bir ortamda. ben de yediremiyorum. kendi özgürlüğüne müdahale edilmesinden rahatsız olup, kız arkadaşından her gün nerede, ne zaman, kimle olduğuna dair kitap incelemesivari raporlar alan erkekleri anlayamıyorum. güvensizliktendir herhalde. ama karşı tarafa değil, kendine. kendini buna borçlu hisseden kadınları da anlayamıyorum. bu coğrafya insanına acı çekmenin bu kadar cazip görünmesi, anadolu yemeklerindeki vazgeçilmez acının anlam ve önemiyle ilişkili midir acaba? bir tarafta bu ülkede tacize uğramayan yoktur diyen bir kadın, diğer tarafta, bir ölü hücre olan saç telinin görünmemesi için bağlanan bezin kaç çeşit değişik bağlanma biçimi olduğunu anlatan bir diğeri. ben bu kadınları da anlayamıyorum zaten. en son ali kırca gitse de rahat rahat konuşsak havasındalardı. o ara ben gitmişim zaten kendi alemime

gözümü açtığımda bir de baktım takvim değişmiş, dokuzuncu ayın on ikinci günü gelivermiş. kanla çizilmiş portre, gıdası sessizlikle beslenmiş, ağıtlarımız, canlarımız, onurumuz satılmış, asılanlar asılmış, beslenenler beslenmiş, beslenemeyenler madenlerde, tersanelerde, fabrikalarda borcunu ödemiş. malum, yaşamak ciddi bir ayrıcalık, yer yer lükstür netekim. göğüs kafesi sızlı aralık, nasıl yaşıyor bu ülke diye sormuş ecetem bugünkü yazısında. cevabı kendisi vermiş aslında. veysel güneylerle, erol zavarlarla, mehmet ballarla, uğur kaymazlarla, erdal erenlerle, hrant dinklerle besleniyor da yaşıyor. proteinini de aminoasitini de kandan, kaostan alan bir ülke işte bu ülke. günün sorusunu ben sorayım, boşlukları siz doldurun. fill in the blanks:

39... 43... 73... 144... 171... 300... 517... 937... 7000... 14000... 30000... 98404... 230000... 388000... 650000... 1683000

2 yorum:

dide dedi ki...

yine pişti.
kadın hanım tartışması en çok ilgimi çeken kısmı oldu bu uzun programda. hak verdim. kısmen.

eloise vera dedi ki...

ecetem'in yazısı bir harikaydı. kestim, saklıyorum. oku oku içinde yer etsin cinsten. of. dilimizin ucundakileri ne de iyi etmiş, kelimelere dökmüş..